42'NİN KERAMETİ
Douglas N. Adams’ın artık bir
bilimkurgu klasiğine dönüşen meşhur kitabı Otostopçu’nun Galaksi Rehberi’nde
Derin Düşünce isimli bir süperbilgisayar, hayat, evren ve her şeye dair nihai
sorunun cevabı olarak "42" sonucunu verir. Süperbilgisayarın bu hesabı yapması
tam 7,5 milyon yıl sürer ve bu cevap, kitaptaki karakterleri pek de tatmin etmez zira cevap kesindir ama pratik bir fayda sağlamamaktadır. Bilgisayar da sorunun
pek muğlak bir şekilde formüle edildiğinden dem vurmaktadır. 42’nin tam olarak
cevabı olduğu sorunun ya da soruların daha doğru bir açıklamasını yapabilmek
için, Derin Düşünce adlı bu süperbilgisayar, kendisinin daha yeni bir
versiyonunu kurmak zorundadır. Bu yeni versiyon da Dünya’dır. Sonrasında olaylar
gelişir.
42’nin anlam ve önemi bununla da bitmiyor. Eski Mısır mitolojisinden Tibet tarihine kadar birçok yerde karşımıza çıkan bu sayı, aynı zamanda maraton mesafesinin kilometre cinsinden karşılığı. 42 km.’lik (aslında tam olarak 42,195 km) bu yarışa maraton adının verilmesinin sebebi de MÖ 490 yılında Yunanlılarla Persler arasındaki savaşın Yunanlılar lehine zaferle sonuçlandığını muştulamak üzere, kahraman asker Pheidippides’in, savaşın yapıldığı Marathon’dan Atina’ya kadar koşup bu müjdeli haberi verince o anda ruhunu teslim ettiği rivayeti. Tabi burada inanılmaz bir mantık hatası ve vefasızlık söz konusu. Dünya adil bir yer olsaydı 42 km.lik koşuya maraton değil Pheidippides dememiz gerekirdi.
2021’in son günlerinde,
önümüzdeki senenin yarış planlarını yaparken, 2022 yılının ilk yarısında
maraton koşma fikri aklımdaydı. 2022’de üçüncüsü düzenlenecek olan İzmir Maratonu,
düz ve hızlı parkuru, Nisan’ın ortalarında koşulacağı için hazırlanma için
yeterli süreyi bana sağlaması ve tabi en önemlisi de 4 senemi geçirdiğim İzmir’de
yapılacak olması sebebiyle, yarış takvimlerine baktığımda bana adeta göz
kırpıyordu. Haliyle bu kararı vermek pek zor olmadı. Hazırlık sürecinde hocam
İpek Onaran’ın yazdığı antrenmanları uyguladım, elimden geldiğince. Şubat’ın ortalarında
kuvvetli bir grip geçirdiğim için 1,5 hafta kadar pistlerden ve asfalttan uzak
kaldım. Geri döndüğümde aynı nabız aralıklarında hızım epey düşmüştü ama
toparlanmam pek uzun sürmedi. Aslında pek de nanemolla olmayan ben, şans bu ya,
maratona birkaç hafta kala tekrar üşüttüm. Neyse ki onu atlatmam ilki kadar
uzun sürmedi, etkileri de ilki kadar yıkıcı olmadı. Koşunun yanı sıra elimden
geldiğince bisiklet antrenmanları da yapıyordum. Her zaman olduğu gibi günler
hızla geçti ve yarış vakti geldi çattı. Eşim Ayşe, bu dünyadaki sekizinci ayını
idrak etmekte olan oğlumuz Kemal Kâşif ve bendenizden oluşan roket takımı, Cumartesi saat 14’de İzmir’e
doğru yola çıktık ve tahmin edileceği gibi, saat 17 civarı kalacağımız otele
vardık. Odaya yerleşip yarış kitini almak için fuara gittik. Maratona katılmak
için ailecek yapacağımız bu İzmir seyahatini daha renkli bir hâle getirmek için
koşuya gönül vermiş dostlarım Emre ve Nadir Can’ı da 10k koşusuna katılmaları
konusunda teşvik etmiştim. Sağolsunlar, kabul ettiler. Böylece yarış
öncesi 3 aile bir araya gelip hasret giderdik. Tabi sohbet güzel olunca zamanın
nasıl geçtiğini anlamadık. Otele döndüğümüzde saat 11’di. Yarıştan bir gece
önce yapmayanın dövüldüğü, yarış malzemelerinin fotoğrafını instagramda paylaşmak
da dahil olmak üzere tüm hazırlıkları yapıp yattım.
Sabah 6’da uyanıp bir muz ve 3 –
4 dilim fıstık ezmeli ekmekten müteşekkil kahvaltımı yapıp, 1 saat içinde galon
galon (toplamda 1,5 litre) su içtim. Aynı otelde kaldığımız Fatih Abiyle 7’de
kahvaltı salonunda buluşmak üzere sözleşmiştik. Yarış 8’de başlayacaktı ve ben
yeme – içme faslını kapatmıştım. Tabi Fatih Abi, triatlet olmasının yanında,
deneyimli bir ultramaratoncu da olduğu için ve ultramaraton da bir nevi yerken
koşabilmek (ya da koşarken yiyebilmek) yarışı olduğu için kahvaltısını yaptı. Otelden
çıkıp startın verileceği noktaya varmamız 10 dakikamızı aldı. O arada hafif
ısınma jogları ve arttırmalarımızı yaptık. Denizli’den gelen arkadaşlarımızla
konuşup birbirimizi motive ettik. Hava koşulları, koşu için daha uygun olamazdı.
Bulutlu ve biraz serindi. İlerleyen saatlerde yağmur da yağacaktı tahminlere
göre ve bu da harika bir haberdi. Yarış planım, ilk 3 km 5:20 dk/km’de gidip
sonra biraz hızlanarak ortalamayı 5:10 dk/km’ye çekmek ve yarış boyunca bu
tempoda gitmekti. Böylece yarışı 3 saat 38 dakikada bitirebilecektim. 2 dakika
da ihtiyat payıyla hedefim, yarışı 3 saat 40 dakikada bitirebilmekti. Yarışın başlamasıyla coşkulu kalabalık olarak
koşmaya başladık. Saate baktığımda, ilk kilometreyi olması gerekenden çok daha
hızla geçtiğimi fark ettim ve kendimi yavaşlatmaya çalıştım. Bu arada, Montrö
kapısından Karşıyaka’ya doğru gidiyorduk ve Bostanlı İskeleye varmadan hemen
önce ilk dönüş vardı. Hızım, planladığımdan daha yüksekti. 12,8. Km.’deki ilk
dönüşe vardığımda ortalama tempom 5:04 dk/km’ydi. Bu noktadan sonra geldiğimiz
mesafeyi kat edip, başlangıç noktasından geçip Göztepe istikametine doğru gidip
İzmir Marina’dan tekrar dönüp başlangıç noktasında 42,195 km’yi tamamlamış
olacaktık. Yarışın ilk yarısını (21,1 kmlik mesafeyi) 1 saat 47 dakika 40
saniyede koşmuştum. Tempom hâlâ 5:05 dk/km’di ve buna rağmen kendimi gayet iyi
hissediyordum. Her 2,5 km’de bir su istasyonlarından su alıp yarısını içiyor,
kalan yarısını da başımdan aşağı boca ediyordum. Hava her ne kadar serin ve bulutlu
olsa da ve hatta arada yağmur atıştırsa da artık vücut ısınmaya başlamıştı. Her
45 dakikada bir jel, her 30 dakikada bir de tuz tableti alıyordum. 27. Km’de
yorgunluk belirtileri başlamış ve hızım biraz azalmıştı. İkinci dönüş 33,9. Km’deydi
ve o dönüşü yaptığımda yarışa başlayalı 2 saat 57 dakika olmuştu. Tempom 5:14
dk/km’ye düşmüştü. Bu tempoyu devam ettirebilseydim 3 saat 40 dakikada bitirebilirdim
yarışı.
Hep söylenir: Maraton 35. Km’den
sonra başlar. Duvara çarpma tabiri de bu kilometrelerde ortaya çıkar nitekim.
Beyinle vücut bir savaş halindedir ve beyin, vücuda sürekli durmasını emreder.
Bu mesafeleri koşmak, modern insanın doğasına aykırı bir durum ne de olsa. Mağarasından elinde mızrakla çıkıp gün boyu antiloptur, geyiktir rızkını kovalayan avcı - toplayıcı atalarımız için aynı şey söz konusu olmayabilir tabi. Duvara çarpmayı ilk maratonumda, Stockholm’de tecrübe etmiştim. 35. Km’den
sonra yürü – koş yaparak ancak bitirebilmiştim yarışı. Şimdi de benzer bir
durum yaşıyordum ama neyse ki bu sefer duracak kadar kötü durumda değildim. Son
7 – 8 km’de gitgide yavaşladım. Elimden geldiğince saate bakmamaya çalışıyordum.
Bakınca saatte bir terslik olduğunu anladım zira 35. Km’de olması gereken su
istasyonundan geçerken, saatim 36,4. Km’de olduğumu gösteriyordu. Belli ki saatin
GPS’i tünellerden geçerken sapıtmıştı. Artık 3:40’lar hayal olmuştu. Bundan
önceki son maratonumu 2019 Kasım’ında İstanbul’da koşmuştum ve onu 3 saat 50
dakikada bitirmiştim. Bari o sürenin altında bitireyim diyerek elimden geleni
yapacaktım. Bir yandan ilk 25 – 30 km, planladığımdan daha hızlı gitmeseydim
(gerçi fark, km’de sadece 5 saniye kadardı) böyle olur muydu diye düşünüyordum,
bir yandan böyle bir parkurda kişisel en iyi derece yapamayacak olma ihtimali gözümü
korkutuyordu. Neyi ya da neleri yanlış yaptığımı düşünmenin artık pek bir anlamı yoktu. Sonra birden bu işi öncelikle eğlenmek için yaptığımı hatırladım
ve bu aydınlanmanın verdiği siz deyin boşvermişlikle, ben diyeyim rahatlamayla,
öteki desin züğürt tesellisiyle varış takının altından geçtim. Varış
noktasındaki yarışın resmi saati 3 saat 49 dakika 20 saniyeyi gösteriyordu. En
azından sağlıklı bir şekilde bitirmiştim ve en iyi maraton süremi, 1 dakika da
olsa geliştirmiştim. Varış noktasında beni eşim ve oğlum bekliyordu. Madalyamı
aldıktan sonra (4 önemli elementten biri olan tahtadan imâl, görece büyük bir
madalyaydı) vakit geçirmeden esnetmeleri yaptım. Organizasyonun ikramı olan
elma ve muzları yarınlar yokmuşçasına mideye indirdim. Hemen orada tişörtümü
değiştirip, Ayşe’nin getirdiği ceketi de giydim. Bu sene yeteri kadar hasta
olmuştum ve artık yoğurdu üfleyerek yiyordum. Hemen ardımdan Fatih Abi gelmişti. Onunla birlikte oturup biraz dinlenirken, yarışı takdire şayan bir sürede bitiren Rıza Abiyle karşılaştık. Denizlili koşucular olarak medar-ı iftiharımız Ömer de genel klasmanda 19uncu, Türklerde 2inci olarak bitirmişti yarışı. Ne kadar tebrik etsek az.
Hayat, evren ve her şeye dair nihai bir cevap var mıdır, varsa 42 midir bilemem. Ama 42’nin bir keramete sahip olduğuna eminim. Zira insan 42 km koşarken, kendine ait bilmediği birçok şeyi öğrenebilir, sınırlarını keşfedebilir, onların ötesine geçebilir, gerisinde kalabilir, zaferi olduğu kadar mağlubiyeti de kucaklayabilir, “bir daha asla” da diyebilir, “bir dahaki maratonu nerede koşsam” da. Hayat, evren ve her şeye dair nihai cevap kadar iddialı olmasa da, bütün bunlar çok daha insana dair, pratik, kullanışlı ve ulaşması da 7,5 milyon yıldan çok daha kısa bir süren (benim durumumda 3 saat 49 dakika) cevaplar.
Yorumlar
Yorum Gönder